
Büyük bir deprem, yalnızca binaları yıkmakla kalmaz, aynı zamanda toplumun temelini sarsar, normal yaşamı askıya alır ve derin bir belirsizlik dönemi başlatır. Bu kaotik ortamda, enkaz altındaki hayatlar için mücadele devam ederken, boşalan şehirlerde ortaya çıkan bir başka trajedi daha yaşanır: yağma ve hırsızlık. Bu olgu, sadece maddi kayıplara yol açmakla kalmaz, toplumsal moral ve güven duvarında da derin çatlaklar açar.
Yağma olaylarının temelinde, olağanüstü halin yarattığı otorite boşluğu yatar. Polis, jandarma gibi kolluk kuvvetleri, enkaza müdahale ve can kurtarma çalışmalarına odaklandığında, terk edilmiş evler, iş yerleri ve depolar korunmasız kalabilir. Bu boşluğu, fırsatçı bir azınlık, kişisel çıkar için değerlendirme eğilimine girer. Ancak bu davranışı salt “suç” olarak nitelendirmek, konuyu anlamakta yetersiz kalır. Deprem gibi kitlesel bir travma, toplumdaki normları, ahlaki sınırları ve sosyal bağları geçici de olsa zayıflatabilir. Kimi için bu, açgözlülükten kaynaklanırken, kimi için hayatta kalma içgüdüsünün sapkın bir tezahürü olabilir. İnsanlar temel ihtiyaç maddelerine (gıda, su, ilaç) ulaşamadıklarında, “yağma” ve “ihtiyaçları temin etme” arasındaki çizgi bulanıklaşabilir.
Ancak, lüks eşyaların, elektronik cihazların veya nakit paraların çalınması gibi olaylar, bu savunmayı geçersiz kılar ve saf bir suç eylemi olduğunu gösterir. Bu tür eylemler, zaten travma yaşamış olan mağdurlar için ikinci bir darbe niteliği taşır. Enkaz altında kaybettikleri yakınlarının acısını yaşarken, bir de geride kalan ve belki de o anıları simgeleyen son eşyalarını da kaybetmek, onları tam bir çaresizlik ve öfke duygusuna sürükler. Toplum nezdinde ise dayanışma ve yardımlaşma ruhunu zedeler. İnsanların birbirine olan güveni sarsılır, “biz” duygusu yerini “onlar” ve “biz” ayrımına bırakır.
Emniyet Tedbirlerinin Önemi
Bu sorunla mücadelede alınacak önlemler çok yönlü olmalıdır. İlk ve en acil müdahale, kolluk kuvvetlerinin etkin bir şekilde konuşlandırılması ve şehrin güvenlik açığı olan bölgelerinin devriyelerle kontrol altına alınmasıdır. Gerekirse askerî birliklerden destek alınarak sıkıyönetim benzeri tedbirler devreye sokulmalıdır. İkinci aşama, caydırıcılıktır. Yağma ve hırsızlık eylemlerinin hızlı bir adli sistemle soruşturulacağı, yargılanacağı ve en ağır şekilde cezalandırılacağı topluma açıkça duyurulmalıdır.
Üçüncü ve en önemli aşama ise iletişim ve lojistiktir. İnsanların temel ihtiyaçları (barınma, gıda, su, ısınma, sağlık hizmetleri) hızlı ve etkin bir şekilde karşılandığında, “ihtiyaçtan doğan yağma” motivasyonu büyük ölçüde ortadan kalkacaktır. Yerel yönetimler ve AFAD gibi kuruluşlar, şeffaf bir iletişimle vatandaşlara ne zaman, nerede, nasıl yardım alacaklarını bildirmeli, bu belirsizliği ve paniği en aza indirmelidir.
Toplumsal Travmanın İkinci Perdesinde Alınacak Dersler
Sonuç olarak, deprem sonrası yağma olgusu, toplumun sınırlarının ne kadar hassas olduğunu gösteren acı bir göstergedir. Bu, sadece bir güvenlik sorunu değil, aynı zamanda derin bir insani ve ahlaki bir sınamadır. Bu sınamayı aşmanın yolu, otoritenin adil ve etkin bir şekilde tesis edilmesinin yanı sıra, dayanışma, şefkat ve paylaşımın toplumun her katmanında hâkim kılınmasından geçer. Unutmamak gerekir ki, enkazlar kaldırılır ve şehirler yeniden inşa edilir, ancak kaybolan güvenin telafisi çok daha zordur.