
Türkiye’nin gerçeği olan deprem, coğrafyanın yazgısına dönüşmüş durumda. Bu gerçeği kabullenmiş milyonlarca insan, fay hatları üzerinde kurulmuş kentlerde hayatlarını sürdürüyor. Onlar için deprem, yalnızca büyük bir afet anı değil, gündelik yaşamın dokusuna işlemiş, alışılagelmiş bir tedirginlik halidir. Bu tedirginlik, dışarıdan bakıldığında her zaman görünür olmayan, ancak hayatın her anına yayılmış sessiz bir önlemler silsilesini beraberinde getirir. Bu, sürekli tetikte olmanın yarattığı bir yaşam kültürüdür.
Yatağın Yanındaki Ayakkabılar ve Kapalı Dolap Kapakları
Gece yarısı bir sarsıntıyla uyandığınızı hayal edin. Zifiri karanlık, yerin sarsıldığı bir kaos anı. İşte bu an için alınmış en yaygın sessiz önlem, yatağın hemen yanına konulmuş bir çift sağlam ayakkabı ve el feneridir. Cam kırıklarına basmadan, güvenle hareket edebilmek için bu küçük detay hayati önem taşır. Benzer bir mantıkla, yatak odalarındaki dev gardıropların, vitrinlerin üzerine ağır ya da kırılacak eşyalar konulmaz. Hatta birçok aile, uyku sırasında dolap kapaklarının kapalı olduğundan emin olur; çünkü olası bir sarsıntıda açılan kapakların çıkardığı ses ve yarattığı engel, paniği daha da artırabilir. Yatağın başucuna düşebilecek ağır çerçeveler, kitaplıklar sabitlenir. Bu önlemlerin hepsi, en savunmasız anımız olan uyku sırasında bizi korumak içindir.
Raflardaki Düzen ve “Devrilebilir” Nesne Algısı
Deprem bölgelerinde yaşayanlar için bir mobilya sadece bir mobilya değildir. Her yüksek raf, her kitaplık, her vitrin potansiyel bir tehdit olarak değerlendirilir. Bu nedenle ev dekorasyonu estetik kaygıların yanı sıra güvenlik odaklıdır. Dolaplar mümkün olduğunca duvara sıkıca monte edilir. Kitaplıkların üst raflarına ağır nesneler yerleştirilmez. Özellikle televizyon gibi elektronik eşyalar, devrilmeyecek şekilde sabitlenir. Mutfak dolaplarının kapaklarına, sarsıntı sırasında açılmalarını engelleyecek mandallar takılması yaygın bir uygulamadır. Bu insanlar için bir evi “güvenli” kılan, duvar rengi ya dekorasyonu değil, eşyaların ne kadar sağlam durduğudur. Alışveriş yaparken bile “bu sarsıntıda devrilir mi?” sorusu, satın alma kararını etkileyen bir filtredir.
Zihinsel Haritalar ve Kaçış Yolları
Deprem bölgesinde yaşayan birinin zihninde, bulunduğu her kapalı alan için anlık olarak çizilmiş bir kaçış planı vardır. Bir restorana, sinema salonuna ya da bir ofise girildiğinde ilk bakılan şeylerden biri, acil çıkış kapılarının yeridir. “Ya şimdi olsa, nereye saklanırım, hangi yoldan dışarı çıkarım?” sorusu, neredeyse içgüdüsel olarak sürekli sorulur. Oturma düzeni bile buna göre şekillenir; kolonlardan uzak, kapıya yakın, açık alanlara yakın oturulmaya çalışılır. Bu, paranoyak bir davranış değil, hayatta kalma içgüdüsünün gündelik hayata yansımasıdır. İnsanlar, çocuklarına bile bulundukları her ortamda “güvenli üçgen” olabilecek yerleri tarif eder, bu farkındalığı küçük yaştan itibaren aşılarlar.
Çantanın Hazır Olması ve Sürekli Şarj
“Deprem çantası” kavramı, teoride bilinen bir hazırlıktır. Ancak pratikteki sessiz önlem, bu çantanın sadece hazır olması değil, kolay ulaşılabilir bir yerde (genellikle evin çıkışına yakın) durması ve içindekilerin son kullanma tarihlerinin düzenli olarak kontrol edilmesidir. Daha da yaygın olan bir diğer alışkanlık, cep telefonu ve powerbank gibi iletişim araçlarının şarj seviyesine dikkat etmektir. Şarj %50’nin altına indiğinde, olası bir kesinti ihtimaline karşı hemen taktırmak bir refleks haline gelmiştir. Çünkü enkaz altında kalmak kadar, enkaz altında iletişimsiz kalmak da büyük bir korkudur. Cüzdan, kimlik gibi önemli evraklar da genellikle belirli ve ulaşılması kolay bir noktada muhafaza edilir.
Sonuç olarak, deprem bölgelerinde yaşamak, görünürde diğer şehirlerdeki gibidir. Ancak bu yaşamın derinliklerine inildiğinde, her an tetikte olmanın yarattığı kolektif bir bilinç ve bu bilincin ürettiği sayısız sessiz önlemle karşılaşılır. Bu önlemler, bir yaşam tarzına, bir kültüre dönüşmüştür. İnsanlar, bu sessiz tedbirlerle, kontrol edemedikleri bir gerçeklikle baş etmeye, korkuyu bir nebze olsun yönetilebilir kılmaya çalışır. Bu, depremle yaşamayı öğrenmenin, onunla yaşamanın sessiz ve gündelik dilidir.